Magazine Attualità

Intervista al ministro Bağış su Espansione, versione turca

Creato il 28 maggio 2012 da Istanbulavrupa

Intervista al ministro Bağış su Espansione, versione turca(ho scoperto l’esistenza di una versione in turco anche della mia intervista al ministro per gli affari europei Egemen Bağış, pubblicata su Espansione a marzo)

–Türkiye’nin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ile Mülakat: “Avro Krizi, Önceden Bilinen Bir Krizdi, AB’nin Kaderi Almanya’nın Elinde”–

“Disneyland’a gideceğiz.” Türkiye’nin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, son zamanlarda tek bir soruyla hedef alınıyor: “Kıbrıs’ın birleşmesi için yapılan müzakereler başarısızlıkla sonuçlanacak olursa ve Kıbrıs Rum yönetimi 1 Temmuz 2012′den itibaren Avrupa Birliği Dönem Başkanlığını tek başına üstelenecek olursa Türkiye ne yapacak?”

“Altı aylık uzun bir tatil.” diyerek, bir espriyle cevabını kısa kesiyor. Bağış 41 yaşında, eğitimini New York’ta tamamladı ve 2002′den bu yana iktidar partisi AK Partinin İstanbul Milletvekili. 2009′dan bu yana AB kurumlarıyla ilişkileri yürütüyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın art arda üçüncü tek partili hükûmeti olan hâlihazırdaki hükûmette, Avrupa Birliği Bakanlığının başında bulunuyor. Yeni oluşturulan bu Bakanlık, Ankara hükûmetinin Avrupa yanlısı iradesinin anlamlı işareti.

Türkiye açısından AB’ye katılım, başlıca stratejik hedef durumunda. Bu hedefe ulaşabilmek için AB’nin talep ettiği reformlara hız veriyor; bürokrasinin çeşitli sektörlerinde modernleştirme çabaları gösteriyor; Avrupa’nın ne anlama geldiğini vatandaşlarına izah etmek için ortaklık ve girişim projeleri başlatıyor. Espriler bir yana Türk hükûmetinin 2005′te başlayan Avrupa Komisyonu ile katılım müzakerelerini yarıda kesmek gibi bir niyeti yok, öngörüldüğü üzere Kıbrıs’ın başkanlık döneminde de devam edecekler. Yine de bazı sorunlar olacağı kesin: Kıbrıs Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkileri olmayan Ankara, Lefkoşa’nın takvime koyacağı ve aday ülkelere de yöneltilen siyasi önem taşımayan ama daha ziyade tören nitelikli buluşmalarda bulunmayacak. Bakan Bağış, “Sadece bir etiket sorunu” görüşünü savunuyor. Ayrıca Bağış tatile gitmeyecek, Avrupa başkentlerine ve Türkiye’nin 81 iline sık sık uğrayarak, Ankara ile Brüksel arasında iş için seyahat etmeye devam edecek.

Bir yolculuktan diğerine koşan Bağış, Birlik Avrupa’sının siyasi ve ekonomik krizinin sebep ve neticelerine ilişkin kendi bakış açısını Espansione dergisine anlatmak, bu durumdan nasıl çıkılması gerektiğine dair birkaç tavsiye sunmak için zaman ayırdı: “Avro krizi kesinlikle sürpriz olmadı.” diyor. Avrupa’nın para birliğini, daha başlangıçtan itibaren yapısal olarak açık veren bir proje olarak görüyor ve bunun nedenini, Frankfurt’un Merkez Bankası tarafından işletilen ortak para politikasıyla tek tek devletlere bırakılan vergi politikası arasındaki çelişkiye bağlıyor: “Bazı hükûmetler bundan istifade ettiler. Ekonomik politikalarını ve kamu finanslarını on yılı aşkın süre boyunca en kötü şekilde ele aldılar. Sahip oldukları araçların ötesinde yaşadılar, makro ekonomik dengesizliklerin kaldırılamaz düzeylere ulaşmasına izin verdiler. Ama esas dramatik olan unsur, ekonomik krizin siyasi krize dönüşmüş olmasıdır: Yunanistan ve İtalya’nın seçilmiş hükûmetleri istifalarını vermek zorunda kaldı ve yerlerine teknokrat hükûmetler geldi.” Bağış kendisine şu soruyu yöneltiyor: “Peki ya Avrupa Birliği, ekonomik eksikliklere karşı savaşı kapsamında demokratik eksiklikleri meşru görme taraftarı mı?” Bağış’ın cevabı net şekilde olumsuz: “Hayır çünkü bir ekonomik krizi aşmak için kullanılabilecek meşru ve etkili yegâne araç, daha güçlü bir demokrasidir.” Bunu takiben, Türkiye’nin son on yıl zarfında yaşadığı ekonomik patlamayı açıklamaya başlıyor: “GSYİH, istikrar ve güven garanti eden AK Partinin reformlarının sonucu olarak 2011′de de yüzde 8 oranında yükseldi. Nitekim istikrar ve güven, Avrupa’yı kurtarmak için ‘iki büyülü kelime’ durumunda.”

Fransa’nın kredi notunun düşürülmesi (yani AAA’nın kaybı) bile Bağış için bir sürpriz değil, hem ulusal hem de Birlik düzeyinde “krize verilen yetersiz ve gecikmeli cevapların” oluşturduğu yapısal dengesizliklerin doğrudan sonucu. Her hâlükârda üye ülkelerin (Fransa, Yunanistan veya İtalya) her birinin sorunları üzerinde yoğunlaşmamaya ve kolektif çıkış yolları tespit etmeye davet ediyor. Ama bununla birlikte Almanya’nın sistemin belirleyici özellik taşıyan aktör olduğunu, yaptığı tercihlerin krizden çıkış veya Avrupa projesinin iflasına işaret edeceğini daha sonra açıkça kabul ediyor.

Almanya’ya ilişkin görüşü bu noktaya kadar olumlu: “Angela Merkel, borçtan kaynaklanan sorunlara karşı çıkmak için kemer sıkma önlemleri üzerinde ısrar etti ve daha katı düzenlemeler ve otomatik yaptırımlar üzerine dayanan bir vergi birliği belirledi.” Kısacası Ankara, daha sağlam ve daha iyi organize olmuş; açık ve herkesin uyduğu kuralları olan bir Avrupa’nın parçası olmak istiyor ancak avroya muhtemel katılım, Bakan Bağış’ın incelemek istemediği bir olasılık: “Gelecekte Brüksel’e müzakereler bağlamında yaklaşım tamamlanma aşamasında olduğu zaman, bu konuya bakacağız.” Yine de Berlin’in daha etkili bir aktivizmini diliyor ama AB’yi krizden çıkartma konusunda Almanya’ya yardım etmek üzere “yeni güçlerin” de katılımını elzem görüyor ve gururla şu öneriyi sunuyor: “Bu rolü üstlenmek için Avrupa’da en uygun ve güvenilir ülke Türkiye’dir.”

–Göçmenlik, İslam ve Katliamlar–

Ancak Avrupa’nın üzerini kaplayan bir başka kriz daha var: 25 milyona ulaşan ve büyük ölçüde Avrupa vatandaşı Müslüman göçmenlerle birlikte sivil yaşam ilişkilerinin oluşturduğu kriz. Bağış, kaygılı bir tonla şunları vurguluyor: “İslam ve Müslümanlar yönündeki irrasyonel nefretin, Avrupa Birliği’nin bizzat kendi kurucu felsefesi bakımından bir tehdit oluşturduğunu düşünüyorum; retorik şiddet teyakkuz seviyelerini aştı; Avrupa’da Müslümanlar, günlük yaşantılarının her yönünden ayrımcılığa maruz kalabiliyorlar.”

Bakan Bağış’a göre 11 Eylül, tam anlamıyla bir ayırıcı hat oluşturdu çünkü “Batılı dostlara” ve uluslararası iletişim araçlarına başlangıçtan itibaren mücadele etmeleri için sürekli verdikleri tavsiyelere (kendi şahsi tavsiyeleri ve Başbakan Erdoğan başta olmak üzere Türk makamların tavsiyeleri) rağmen Batı kamuoyunda İslam (Arapçada “barış” anlamına gelmektedir) ile terörizm arasında sağlıksız bir çağrışım yarattı: “Bugün daha da dehşet verici olan, ekonomik zorluklar nedeniyle verimli alan bulan aşırı sağ görüşlü partilerin orta yol politikasına girmekte olmalarıdır. Tam anlamıyla siyasi nitelikteki bir vizyondan yoksun popülist liderler, aşırı uç yanlıları tarafından alkışlanan beyanatlar vermektedir.” Ayrıca sadece retorik söz konusu değil, Oslo’da yaşanan “üzücü olay” gibi somut neticeler de bulunuyor.

Egemen Bağış, Türkiye’yi bir kez daha model olarak öneriyor: “Türkiye, farklılıklar dâhilinde birlik içerisinde bir Avrupa’nın geleceği için anahtardır çünkü Anadolu’da barışçıl birliktelik ve tolerans yüzyıllar boyu hüküm sürmüştür ve Avrupa’nın ihtiyacı olan ders de budur.” Osmanlı tarihinin en azından belli bir noktasına kadar bu doğru. Boğaz’daki Kuzguncuk köyünde, yan yana yapılmış sinagog, Hristiyan Ermeni Kilisesi ve Ortodoks Kilisesi gibi bariz tolerans örneklerini bulabiliyoruz. Ancak barışçıl birliktelik ve “farklılıklar dâhilinde birlik” modeli olarak Türkiye, daha sonra (1917-1922) vuku bulan Ermeni ve diğer Hristiyan halkların katliamları (her ne kadar doğal olarak Bağış aynı fikirde olmasa da pek çok tarihçiye göre tam anlamıyla bir soykırım) ve Kürt halkıyla yüzyıldır süren gerginlik tarafından şüpheye düşürülüyor: Her zamanki gibi gerçek, bir slogandan çok daha karmaşık.

Bağış, “Katılım sürecinde yaşanan çıkmaz nedeniyle Türkiye, Avrupa Birliği’nin yakalandığı krizle mücadelede daha etkili şekilde katkıda bulunma durumunda olmadığı için üzüntü duyuyor.” diyor. Hatta AB’ye girmeye aday ülkesinin vize politikasında da hâlâ bir yabancı olarak kabul edilmesini kırıcı buluyor: “Türkiye, ayrımcı bir vize rejimine tabi tutulan tek aday ülkedir.” İtalyan hükûmetleri ve son olarak Bakan Terzi tarafından pek çok kez dile getirildiği gibi Birlik alanına girmek için vizenin kaldırılması, Türkiye’nin Avrupa projesinden kopmasını engellemek hatta Türkiye’yi gitgide daha aktif şekilde bu Birliğin parçası olmaya yüreklendirmek için AB tarafından yapılacak yerinde bir hareket olabilir. Bunun için gerekli şartlara ve coşkuya hâlâ sahip.



Potrebbero interessarti anche :

Ritornare alla prima pagina di Logo Paperblog

Possono interessarti anche questi articoli :